Ayşe, İzmir’in kurtuluşundan sonra ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Vücudunun pek çok yerinde kurşun yaraları vardı ama en derin yara kalbindeydi. Günlerce bilinci kapalı kaldı, doktorlar umut verici konuşmuyordu. Ancak Ayşe’nin içindeki yaşama arzusu, vatanı için verdiği mücadeleden aldığı güçle birleşti. Yıllarca süren direnişin sonunda sadece ülke değil, o da hayatta kalma savaşını kazandı. Doktorlar onun iyileşmesini bir mucize olarak nitelendirdiler.
Peyami, Ayşe’nin yaşadığını duyduğunda gözyaşlarını tutamadı. Onun yaşamı, savaşın tüm karanlık anlarına rağmen hâlâ umudun var olduğunu gösteriyordu. Ayşe’nin direnci Peyami’ye sadece bir kadın olarak değil, aynı zamanda bir milletin ruhunu taşıyan bir simge olarak görünüyordu. Günlerce başucunda bekledi. Her nefes alışında umutlandı, her sessizliğinde korkuya kapıldı. Ama bir an bile yanından ayrılmadı. Elini tuttu ve defalarca fısıldadı:
“Sakın vazgeçme, Ayşe daha anlatacak çok hikâyemiz var.”
Ayşe, gözlerini açtığında gördüğü ilk yüz Peyami’ninki oldu. Yorgun ama sevgi dolu bakışlarla onu izleyen Peyami’yi görünce hafifçe gülümsedi. Sesi çok zayıftı ama sözcükleri tarifsiz bir sıcaklık taşıyordu:
“Kazandık, değil mi?”
Peyami, gözleri dolu halde başını salladı.
“Hem vatanı hem seni.”
İyileşme süreci uzun sürdü. Ayşe, hem bedensel hem de ruhsal olarak savaşın izlerini taşımaya devam etti. Ama artık yalnız değildi. Peyami, her adımında onun yanındaydı. Ayşe, savaşın en ağır yüklerini taşımıştı ama bu kez omzunda bir destek vardı. Aylar sonra İstanbul’a döndüklerinde şehir, bıraktıkları gibi değildi. Savaşın izleri sokaklarda, insanların yüzlerinde, evlerin duvarlarında hissediliyordu. Ancak bu izlerin arasında yeni bir hayat filizleniyordu. Ayşe ve Peyami, geçmişin yıkıntıları arasında birlikte yürümeyi öğrendiler.
Birlikte, ülkenin içinde bulunduğu durumu aktarmak ve halkı bilinçlendirmek için bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Gazetenin ilk sayısında Ayşe’nin imzasıyla şu cümle yer aldı:
“Bir milletin kurtuluşu, halkın direnişiyle mümkündür. Ateşten gömleği giydik ama şimdi onu birlikte çıkarıyoruz.” Ayşe’nin yazıları kısa sürede yayıldı. Yıllardır sesi duyulmayan insanlar, onun kaleminde kendi hikâyelerini buldular. Her yazı, yeni bir mücadeleyi başlatıyor; her cümle bir yarayı sarıyordu. Peyami ise kendi köşesinde hem savaş yıllarını hem de insanların iç dünyasındaki kırılmaları anlattı. Gazete, sadece bir haber kaynağı değil, aynı zamanda yeni bir ülkenin vicdanı oldu. Ayşe ve Peyami, birlikte sadece hayatı değil, fikirleri de paylaşıyor, toplumu değiştiren bir güç hâline geliyorlardı. Günler geçtikçe Ayşe, savaşın acılarını anlatan bir kitap yazmaya başladı. Kitabının adı “Ateşten Gömlek”ti. Ama bu kez sonunu kendi yazacaktı. Savaşta yitirdiklerini ama aynı zamanda kazandıklarını da kaleme aldı. Kitabın son satırında şunlar yazılıydı:
“Savaştan geriye yalnızca küller kaldı ancak o küllerin içinde sevda, umut, yeniden doğuş vardı. Küllerin içinden çıkan yalnız ben değil, bizdik.”
Yıllar geçti. Ülke değişti, insanlar değişti. Ayşe ve Peyami, birlikte kurdukları hayatla birçok insana örnek oldu. Onların hikâyesi sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda direnişin, umudun ve yeniden doğuşun hikâyesiydi. Bir gün, İstanbul’un bir sokağında açılan küçük bir kitapçıya Ayşe’nin adı verildi. Kitapçıda, Ayşe’nin yazdığı eserler, kadınların kaleminden çıkan yüzlerce hikâyeyle birlikte yer aldı. Kapısında ise şu cümle yazıyordu:
“Küllerinden doğan bir kadının hikâyesi, hepimize ışık oldu.” O ışık, yıllar boyunca hiç sönmedi.
Saadet YÖNTER